Dolar 32,3680
Euro 34,9842
Altın 2.325,98
BİST 9.102,91
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 23°C
Az Bulutlu
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cts 22°C
Paz 22°C
Pts 24°C
Sal 18°C

Resesyon kaynaklı yeni bir küresel kriz mi geliyor?

Resesyon kaynaklı yeni bir küresel kriz mi geliyor?
03 Şubat 2016 10:46
A+
A-

Resesyon

Düşük petrol fiyatları, büyüme rakamlarını bir türlü rayına oturtamayan Çin, ABD’deki resesyon havası ve Avrupa’daki deflasyon tehdidi yeni bir küresel krizin gündemde olup olmadığı sorusunu gündeme getirdi. Destek Menkul Değerler Araştırma Uzmanı Emre Özgüven, bu sorunu yanıtını “Evet yeni bir küresel kriz yaşanabilir” şeklinde veriyor. Özgüven krize işaret edebilecek riskleri değerlendirdi.

Dünya’nın yeni bir finansal krizin eşiğinde olduğu söyleniyor. 2008 krizini aşmak için yaratılan muazzam likiditeye ve sıfır faizlere karşın gelişmiş ülke ekonomilerinin, özellikle de Avrupa ve Japonya’nın bu kadar yavaş büyümesi, ABD eski Hazine Bakanı Lawrence Summers’ın uzun vadeli durgunluk (secular stagnation) tezini akıllara getiriyor. Summers, küresel boyutta genişlemeci maliye politikaları uygulanmaması halinde dünya ekonomisinin çıkmaza gireceğini ileri sürmektedir.

Gelinen noktada gelişmekte olan ülkelerde yaşanan olumsuz gelişmeler bütün dünyayı etkiliyor. IMF’nin verilerine göre 2004’te toplam borcu 4 trilyon dolar olan yükselen pazar şirketlerinin borcu 2014’te 18 trilyon dolara tırmanmış bulunuyor. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) ise Yükselen Pazar şirketlerinin borçlanmasının son on yılda beşe katlanarak 2015’te 23.7 trilyon dolara tırmandığını ileri sürüyor. Projeksiyonlarında 30 gelişmekte olan piyasa ekonomisini temel alan Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) 2016 yılında gelişmekte olan piyasa tahvilleri ve hisse senetlerinden 448 milyar dolar sermaye çıkmasını beklediğini bildirdi. Gelişmekte olan piyasalardan 2014 yılında 111 milyar dolar, 2015 yılında ise beklentilerin çok üzerinde 735 milyar dolar sermaye çıkışı yaşandığını belirten IIF, yavaşlayan global büyüme ve şirket borçluluklarının etkisiyle sermaye çıkışının süreceğini öngördü.

“Çin kontrolü kaybediyor”

IIF 2015 yılında Çin’den 676 milyar dolar sermaye çıkışı olduğunu tahmin etmektedir. 2008 küresel krizine kadarki son 20 yılda yüzde 9-10’luk büyüme ivmesi sağlayan Çin, kriz sonrasında da devasa bir kredi büyümesi sağladı. Konut fiyatları şişti. 2014 Kasım ayından bu yana 6 defa faizler düşürüldü. Ülkenin son 25 yılın en düşük büyümesini kaydetmeye hazırlandığı bu dönemde küresel piyasalarda Çin yönetiminin ekonomi üzerindeki kontrolünü kaybediyor olabileceği endişelerinin doğmasına da neden oldu. Çin borsası “ayı piyasası”na girdi. Yine Çin’de sanayi kesimi karları yedi aydır düşüş kaydetti. Geçen yıl, Çinli politika yapıcılar 1 trilyon dolara kadar yükselen sermaye çıkışlarını izlerken, para akışlarına zaten katı kuralar koyan yetkililerin bu sorunlara yönelik hızlı bir tedavi bulamadığı da bir gerçek. Süregelen çıkışlar deflasyonist baskıları artırırken, büyümeyi aşağı çekiyor ve gayrimenkulden hisse senetlerine, varlık fiyatları üzerinde baskı oluşturuyor. Pekin’deki kur politikası paniği ve borsa çöküşü bir sonraki resesyonun Çin’de gerçekleşme olasılığını yükseltmiş bulunuyor.

“Japonya’da belirsizlik hakim”

Shinzo Abe hükümeti hali hazırda devasa parasal genişlemenin destekçisi olmaya devam ederken, parasal genişlemenin işe yarayıp yaramadığı ise tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Japonya hisse senetleri Ocak ayında küresel ekonomik görünüme ilişkin yatırımcı endişelerini artırmasıyla Asya hisse senetlerindeki düşüşle birlikte ayı piyasasına girerken, Japonya Merkez Bankası (BOJ) negatif faiz politikası uygulama kararı aldı ve rekor büyüklükteki varlık alım programını devam ettirdi. Kuroda’nın, düşük ücret artışları ve petrol fiyatlarındaki sert düşüş ortamında, sürdürülebilir bir enflasyon sağlama hedefine ulaşabilmesi zor görünse de bu yılın ilerleyen dönemlerinde ilave teşvik uygulamasına gidilebilir. Kuroda’nın son aylardaki konuşmalarında defalarca dile getirdiği, fiyat hedefine ulaşabilmek için “ne gerekiyorsa yapılacağı” söylemi, enflasyon ve büyüme görünümleri daha da kötüleşirse nasıl bir tavır takınacak, merakla beklenmektedir.

“Düşük petrol riski tırmandırıyor”

2014 yılı ortalarından bu yana petrol fiyatları %70’in üzerinde düşüş kaydetti. Bu düşüşün temel nedeni Çin’in beklenenden daha yavaş büyüyeceği, Avrupa’nın da yeniden resesyon tehdidi ile karşı karşıya kalması, OPEC’in arz fazlasına rağmen üretimi kısmaması, talebin Çin önderliğinde zayıf seyrini sürdürmesi olarak gösterilebilir.

“FED Mart’ta faiz arttırmayabilir”

İstihdam ve işsizlik rakamlarında güzel bir ivme yakalayan ABD, bunu halen ücretler ve enflasyon verilerine taşıyamamış gözüküyor. FED’in küresel riskleri göz önünde bulundurarak faiz artırım adımlarını ayarlaması, uzunca süre sıfıra yakın tuttuğu faizleri yükseltmek için yanlış bir zamanlama belirlemesi, FED’i geri dönüşü zor olan bir yola kendini sokabilir. Gelişmekte olan ülkeler için ‘baş ağrısı’ artarken, mevcut koşullarda güçlü dolar ABD ekonomisinde daha derin yaralar açabilir.

S&P 500 Endeksi’nin yılın ilk 12 gününde 1,04 trilyon dolarlık değer kaybı yaşaması, ayrıca Empire İmalat Endeksi’nin resesyondan beri en sert düşüş kaydetmesi de önemli ayrıntılar. Goldman Sachs raporuna göre, Chicago Board Options Exchange Volatilite Endeksi, Ocak ayı ortalaması olan 24 ile pozitif ancak düşük ekonomik büyüme senaryosuyla “Kırmızı Bölge” olarak adlandırılan VIX’in 25’i geçmesi resesyon habercisi olabilir. Tarihsel olarak böyle bir durumun ABD büyümesinin yatay ya da negatif seyrettiği dönemlerle çakıştığını da hatırlatalım.

“Euro Bölgesinde deflasyon tehlikesi”

Avrupa, kronikleşen bir deflasyon tehlikesi ile yine karşı karşıya. 2011 sonrası bol para basılsa da, paraya ve krediye talebin az olduğu da bir gerçek. Euro Bölgesi’nde ekonomik güven 5 ayın en düşüğündeyken, Avrupa borsaları son yılların en kötü Ocak performansını gösterdi.

“Yeni kriz Çin-FED-petrol üçgeninden gelebilir”

Bir kriz çıkarsa, bunun kaynağının Çin-FED-petrol fiyatları üçgeninde hayat bulması beklenebilir. Bilindiği gibi global ekonomi hiçbir zaman tüm dünyayı bütünüyle resesyona sokmadı. 50 yılda IMF incelemelerine göre dört global resesyon gerçekleşmiş. Bunların tümünde global büyüme hızı ortalama yüzde 2’nin altına inmiş. ABD’deki 2001 teknoloji balonunda da global büyüme yüzde 2’nin altına indiğinden son 50 yılda 5 global resesyon oldu bile diyebiliriz. Bu 50 yılın tamamında ABD gidişata hakim ülkeydi. Son 10 yılda ABD global büyümeye yüzde 17 katkı yaparken, Çin büyümenin üçte birini sağlamıştı. Japonya ve Avrupa’nın katkısıysa ikisinde de yüzde 10 düzeyine inmişti. Yani global büyüme artık Çin’e emanet durumda. Birçok gelişen ülkenin Çin imalat sanayi sektörünün tedarikçisi konumunda olmasından dolayı Çin’deki yavaşlama en çok gelişen ülkeleri etkileyecektir. Bu nedenle de gelişen ülkelerin büyümesi % 2 oranının altına inerken, küresel resesyon için dizginler artık Çin’in ellerinde diyebiliriz.

EKONOMİ AJANDASI

REKLAM ALANI