Dolar 32,5166
Euro 34,5622
Altın 2.491,61
BİST 9.548,09
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 24°C
Az Bulutlu
İstanbul
24°C
Az Bulutlu
Çar 20°C
Per 18°C
Cum 16°C
Cts 18°C

SUSKUNLUĞUN ÖDÜL VE CEZASI NEDİR?

SUSKUNLUĞUN ÖDÜL VE CEZASI NEDİR?
27 Ocak 2018 11:37
A+
A-

Susmak birçok erdemle ilgilidir. Sağduyu, edep, saygı, mütevazilik gibi. Geleneksel görgü kuralları yüzünden, mahcubiyetten, anlaşmazlığa düşme endişesinden, tepki almaktan korkan insanlar susuyorlar.

Sessizliğin ne büyük bir erdem olduğunu söyleyen ünlü deyişi herkes bilir: ”Konuşmak ihtiyaç olabilir ama susmak ise bir sanattır.”

Ve daha nice özlü sözler hep susmanın ne kadar önemli olduğunu, irade duruşu olduğunu tavsiye eder durur.

Birçok kuruluş, aynı düşünceleri paylaşmanın, kariyeri emin ellerde tutmanın en doğru yolu olduğunu, sözlü veya sözsüz mesajlarla vermektedir.

Uzmanların söylediğine göre sessizlik, aşağılanma, kızgınlık ve öfke gibi duygular yaratarak kişiler üzerinde yüklü bir psikolojik bedel ödettiriyor. Araştırmalar, duygu ve düşüncelerin ifade edilmediği taktirde etkileşim bozukluğuna sebep olduğunu, üreticiliği sabote ettiğini ve yaratıcılığı bitirdiğini ortaya koyuyor.

Susmak, farklılığı yüzeyin altına iter, güvensizlik hisleri artar, itimatsızlık kol gezerken suskunluk sarmalı ortamı ele geçiverir. Alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Neumann tarafından geliştirilen bu siyaset bilimi ve kitle iletişim teorisi şöyle tanımlanıyor: Bir kişinin/grubun savunduğu fikir, mensubu olduğu toplumun (okulda sınıf, fabrikada soyunma odası, orduda yemekhane, belediye otobüsü, akraba ziyareti, hastane koridoru vs.) ‘genel-geçer’ kabul ettiği görüşlere uygun değilse, bu kişi toplumdan dışlanma korkusu nedeniyle konuşurken kendini kısıtlar veya fikrini söylemekten vazgeçer. Aynı kişi fikrinin (veya kendi fikrine yakın görüşlerin) toplum nezdinde yaygınlaşmaya başladığını sezerse, bu kez fikrini yüksek sesle söylemeye başlar. Yani eğer bir insan kendi kişisel düşüncelerinin düşüşte olduğunu düşünüyorsa bunu ifade etmeye daha az meyilli olabiliyor. Sonuçta egemen olan düşünce daha da güçleniyor, meşrulaşıyor olabilir.

Sessizlik Saltanatı; sessizlik birçok kez zıtlaşmayı göze alamadığımız zaman ortaya çıkar. Bir farklılık ifade etmek yerine mevcut uyumlu statüyü korumanın tuhaf bir rahatlığı vardır.

Ergenlik çağlarımızdan hepimiz hatırlarız, uyumlu olmanın zorlukları vardır. Yaş aldıkça bu isyankar hal genel geçer gerçeklerin kabulünü beraberinde getirir.

Çeneyi Kapama Zamanı; çoğu insan çok değil de az konuşma eğilimindedir. Bazı meseleleri gündeme getirmeye değmez. Eğer ihtilaf değersiz bir ilişkiye dönüşecekse veya o sırada konuşmak daha büyük problemlere sebep olacaksa bazen konuşmayı ertelemek daha iyidir.

Susarız çünkü; aksini iddia etmek, savunmak ya da dile getirmek dışlanmayı, ötekileştirilmeyi de beraberinde getirecek diye korkarız.

Susarız çünkü; çoğunluğun sesi azınlığı her zaman bastırır diye düşünürüz. Denir ki, konuşulması gerektiği yerde susmak çöküntü ile eş anlamlıdır.

Susarız çünkü; artık mücadele etmek istemeyiz, çabalarımızın nafile olacağını biliriz, pes etmek değil ama hiç tepki göstermeyerek en yüksek sesle isyan ederiz aslında.

Susarız çünkü; karşımızdaki ile zekamızın, ahlakımızın ve vicdanımızın eşit olmadığını görürüz.

Susarız çünkü; o kadar kırılmışızdır ki, dile gelmez bir türlü duygularımız. Öylece içimize atar ve suskunlaşırız.

Daha iyi bir fikrinizin ya da çözümünüzün olduğuna inandığınız noktada susmak, bu fikri sadece ve sadece korktuğunuz için kendinize saklamak, çöküşünüzü sessizliğinizle yarattığınız anlamına gelir. Bu çöküş, yalnız bireysel bir çöküş olmakla kalmaz, profesyonel iş hayatınızın da çöküşünü aynı sessizlikle garantiler. Sessiz kalmak, karşınızdakine aksini iddia etmediğiniz, dolayısıyla iddia edileni veya ortaya atılanı kabul ettiğiniz mesajını verir.

Hiçbir sonuç nedeninden ayrı düşünülemeyeceği gibi, toplumumuzda suskunluk sarmalında sıkışıp kalmanın norm haline gelmesi de, elbette ki nedenlerinden ayrı düşünülemez. Bugünün sonuçlarını dünün nedenlerinden bağımsız olarak ele almak da, çözüm arayışında yanlış yollara sapmanıza neden olabilir. Dünün nedenleri ise aslında hepimizin üzerinde fikir birliği oluşturabileceği gerçekler.

Toplumumuz, maalesef, büyüklere saygı göstermeyi fikir belirtmemekle karıştırdığımız bir toplum olageldi. Bu durum, yalnızca bizim toplumumuzla da sınırlı değil aslında; günümüzde, hâlâ, eleştirinin –geri bildirim de denebilir- saygısızlık, hatta hadsizlik olarak görüldüğü birçok toplum var. Baktığınızda göreceksiniz ki, bugün bizi sessiz kalmaya iten nedenler, sessizliğin saygı olduğu anlayışına dayanır. Fakat, mesele şu ki, herkesi memnun etmenin bir yolu olmadığı için bazı şeylerin kesin çizgilerle ayrılması gerekiyor. Buna, susmanın saygı olmadığı ya da fikir belirtmenin hadsizlik olmadığıyla başlanabilir. Bu ayırım, özellikle klişe işlerin yapılmaya devam edildiği, kurumların ve kişilerin birbirinin kopyası işler yaptığı sektörlerde ufuk açıcı olabilir. Beyin fırtınalarının belirli fikirleri belirli kişilerin tartışması olarak algılandığı bir duruma gelmesi, sürekli konuşanların olduğu kadar hiç konuşmayanların da suçudur.

Kurumların basmakalıp işler yapmasının, sektördeki tabuları yıkamamasının bir sebebi de bu olabilir; yeni fikirlerin sessizlik sarmalında kaybolması. Bu sarmal, kurumlarda yenilikçi ve ilerici fikirleri içinde öğüten dev bir çark yaratır ve kabul edilememe korkusundan dolayı susan çalışanlar eninde sonunda bu çarkın bir dişlisi olur. Her susan birey, çarkın daha sağlam işlemesini sağlar. Çarkın durmasını sağlayacak şey ise yeni fikirlere açık çalışma ortamları yaratmak, ast-üst ilişkisini fikirleri bastırmayacak şekilde yürütmek, genç beyinleri ‘’tecrübe’’ kriterleri altında ezmemek ve risk alabilmek.

Kurumların veya markaların radikallikten uzak durması geleneğinin neredeyse sektörün normu haline gelmiş olması, tabuların yıkılamayacağına olan inancı daha da güçlendirmekte. Fakat, rekabetin her geçen gün arttığı sektörde farklılaşmak ve tüketicinin/müşterinin zihninde ‘’love mark’’ olmak, tam da tabuları yıkmaya başladığınız noktada gerçekleşir. Sizinle aynı misyonu paylaşan yüzlerce markanın arasından aynı misyonu gerçekleştirdiğiniz için değil, aynı misyonu orijinal bir yolla gerçekleştirdiğiniz için sıyrıla bilirsiniz. Yaratıcı olarak anılan, vaka çalışmalarında örnek olarak gösterilen markaların işlerine bakın, orijinal fikirlerin yansımaları olduklarını göreceksiniz. Orijinal fikirleri bulmak içinse, bazen o çarkı durduracak fikirleri hayata geçirip risk almamız gerekir.

Fikir Atölyesi kurucusu Didem Tınarlıoğlu 

REKLAM ALANI