Dolar 32,3847
Euro 35,0605
Altın 2.325,56
BİST 9.110,65
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 23°C
Az Bulutlu
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cts 22°C
Paz 22°C
Pts 24°C
Sal 18°C

Piyasanın yönünü kur ve faizin seyri belirleyecek

Piyasanın yönünü kur ve faizin seyri belirleyecek
19 Nisan 2018 10:15
A+
A-

 

Gedik Yatırım’ın yılın ikinci çeyreğini değerlendirdiği strateji raporuna göre, Türkiye’de piyasanın yönünü belirleyecek başlıca etken kur ve faizin seyri olacak. Ayrıca, 2018 yılı ilk çeyrek finansal sonuçları ile gerçekleşmesi beklenen birincil ve ikincil halka arzlar, piyasaların kısa vadeli seyri açısından en önemli belirleyiciler arasında yer alacak.

Gedik Yatırım, Türkiye’de ve küresel piyasalarda yılın ikinci çeyreğini değerlendirdiği strateji raporunu açıkladı. Piyasaların denge arayışı başlıklı raporda, piyasaların rekorlarla geçen 2017 yılının ardından 2018 yılına da görece olumlu bir havada başladığına dikkat çekildi. Raporda öne çıkan noktalar şöyle:

İlk çeyreğin özeti: Kararsızlık

Önce ABD borsalarında Fed ve enflasyon endişeleri kaynaklı olarak gözlenen son derece sert satış dalgası ve ilk çeyreğin sonuna doğru ABD ve Çin arasında baş gösterebilecek olası bir ticaret savaşına yönelik endişeler ön plana çıktı. Dolayısıyla, piyasalar açısından 2018 yılı ilk çeyreğinin özeti yüksek oynaklık ve kararsızlık oldu denilebilir. 2018 Yılı Strateji Raporu’muzun ana temasını oluşturan «Yeni Normal»in getirdiği belirsizlikler, küresel hisse senedi piyasalarının tarihi zirvesine yakın olmasının yol açtığı psikolojik unsurlar, önemli gelişmiş ülke merkez bankalarının beklenenden hızlı normalleşebileceğine yönelik endişeler, algoritmik işlemlerin yaygınlaşmasıyla paniğe dönüşen sert fiyat hareketleri, küresel olarak siyasi-jeopolitik tansiyonun yüksek seyretmesi gibi unsurlar büyük ölçüde piyasalardaki yön ve denge arayışının temel nedenleri oldu denilebilir. Hisse senedi piyasalarındaki uzun vadeli yükseliş trendinin bozulduğunu söylemek için hâlen erken olduğunu düşünmekteyiz. Yakın dönemde artan stresin ardından görülebilecek olası pozitif gelişmeler küresel risk iştahının toparlanmasını ve piyasalarda güçlü tepki alımlarının görülmesini sağlayabilir.

En büyük riskler olası bir ticaret savaşı ve sıcak çatışma

Son küresel krizden bu yana görülen en güçlü ve kapsayıcı büyüme sinyalleriyle başlayan yılın ilk çeyreğinde, özellikle ABD-Çin arasında dış ticarette korumacılığa yönelik verilen mesajlar ve atılan adımlar oldukça önemli bir risk. Karşılıklı gelen adımların gerçek anlamda bir ticaret savaşına dönüşmesi, gerek küresel büyüme dinamikleri açısından gerekse de finansal dengeler açısından yıkıcı olarak nitelenebilecek sonuçlara yol açabilir. Özellikle, dünyadaki yüksek borçluluk, merkez bankaları bilançolarının tarihi rekor seviyelerde bulunması, birçok önemli gelişmiş ülke tahvillerinin negatif faizle işlem görmekte olması gibi unsurlar göz önüne alındığında, finansal piyasalarda çok daha hızlı ve sert reaksiyonlar gözlenebilir. Bu tarz bir savaşın yalnızca 2 ülkeyle sınırlı kalmayacağı gibi kazananının da olmayacağı aşikar. Diğer taraftan, ABD Başkanı Trump’ın göreve gelmesinden bu yana benzer şekilde gerilimi tırmandırıp devamında ticari anlaşmalar imzalayarak süreci sonlandırma yönünde politika izlediğine şahit olunduğunu hatırlamakta da fayda var. Ayrıca, yakın dönemdeki popülist eylem (görevden alma ve yeni atamalar gibi) ve söylemlerin kasım ayında ABD’de yapılacak olan ara seçimlere yönelik bir politika olabileceği de düşünülebilir. ABD-Çin arasındaki dış ticaret konusunda yakın dönemde yaşanan gerginliklerin gerçek bir ticaret savaşına dönüşmesinin kolay olmayacağını; ancak bunun gerçekleşmesiyle birlikte küresel ekonomi ve piyasalarda ciddi bir türbülans yaşanma riski bulunduğunu değerlendirmekteyiz. Diğer taraftan, her ne kadar bir sıcak çatışma ve/veya gerçek bir savaş riskini pek güçlü bir ihtimal olarak görmesek de ABD-Rusya arasındaki artan jeopolitik gerginlikler yayılma riski taşıdığından son derece kritik bir diğer nokta.

Hızlı büyümenin getirdiği yan etkiler ön planda

Yaşanan iç ve dış negatif şokların ardından ekonomideki çarkların sorunsuz bir şekilde dönmeye devam edebilmesi açısından 2017 oldukça kritik bir yıldı. İlgili otoritelerce alınan önlemlerin ve küresel toparlanmanın katkısıyla Türkiye ekonomisi 2017 yılını %7,4 gibi son derece güçlü bir performansla tamamladı. Böylelikle, alınan önlemlerin öncelikli hedefi oldukça başarılı bir şekilde yakalanmış oldu. Ancak, güçlü büyüme ve TL’deki değer kayıplarının getirdiği yan etkiler özellikle enflasyon ve cari denge tarafında kendini gösterdi. Bu iki temel göstergede gözlenen yüksek seyir yakın dönemde Türk varlıklarda gözlenen negatif ayrışmanın en önemli nedenleri olarak değerlendirilebilir. Önceki yılın oluşturduğu güçlü baz nedeniyle büyümede beklediğimiz yumuşak iniş, TCMB’nin sıkı duruşundaki kararlılık vurgusunu sürdürmesi, TL’nin bulunduğu seviyelerin ihracat açısından getirdiği rekabet avantajı ve turizm sektöründen gelen olumlu sinyaller göz önüne alındığında ilerleyen dönemlerde söz konusu yan etkilerin de kademeli bir şekilde normalize olması beklenebilir. Ancak, yalnızca büyüme odaklı bir politika izlenmesi durumunda gerek enflasyon ve cari dengede daha ciddi bozulmalar görülebileceği gibi en güçlü tarafımız olan mali disiplin konusunda da sorunlar gözlenebileceğini de not edelim.

Birincil ve ikincil halka arzlar belirleyicilerden olacak

Yılın ilk çeyreğinde kur ve faiz tarafında gözlenen yüksek seyir TL varlıklar üzerinde aşağı yönlü baskı görülmesine neden oldu. Bu durumda, cari denge ile enflasyon tarafında gözlenen yüksek seyir, not indirimi ve siyasi-jeopolitik gelişmeler etkili oldu. Buna karşın, gerek yılın ilk çeyreğinde yapılan halka arzlara gerekse de piyasalardaki stresin yükseldiği dönemlerde Hazine’nin tahvil ihraçlarına gelen güçlü talep TL varlıklara olan ilginin en önemli göstergelerinden. Mevcut risklerde görülebilecek azalmalar, hâlihazırdaki yüksek reel getiri potansiyeli de dikkate alındığında, TL varlıkların cazibesini korumasını ve olası tepki hareketlerinde oldukça olumlu ayrışmasını sağlayabilir. Nisan ayı sonu itibariyle başlayıp mayıs ayının ortalarına kadar devam edecek olan 2018 yılı ilk çeyrek finansal sonuçları ve ikinci çeyrekte gerçekleşmesi beklenen birincil ve ikincil halka arzlar piyasaların kısa vadeli seyri açısından en önemli belirleyicilerden olacak. Dövizle borçlanma konusunda küçük ve orta ölçekli şirketlere yönelik olarak yapılan düzenlemenin 2 Mayıs itibariyle uygulamaya gireceğini ve büyük ölçekli şirketlerin kur riskine yönelik çalışmaların da çeyrek sonuna doğru tamamlanabileceğini de hatırlatalım. Yukarıda değinilen unsurlara ek olarak, söz konusu düzenlemeler nedeniyle döviz kredileri konusunda öne çekilen talebin de yakın dönemde TL’de gözlenen değer kayıplarında etkisi olduğunu; 2 Mayıs sonrasında olası olumlu gelişmelerle birlikte TL’deki değer kazanımlarının ön plana çıkabileceğini değerlendirmekteyiz. Buna karşın enflasyonda görülen olumlu baz etkilerinin yaz aylarında azalacak olmasının kur ve faizin seyri açısından bir miktar risk oluşturduğunu da not edelim.

BİST değerlemeler açısından cazip, TL aşırı ucuz

Yakın dönemde özellikle jeopolitik risk fiyatlamasının ön plana çıkmasıyla gerek küresel gerekse de yurtiçi piyasalarda gözlenen aşağı yönlü baskının, Borsa İstanbul’da işlem gören şirketleri değerleme açısından orta ve uzun vadede oldukça cazip seviyelere getirdiği söylenebilir. Nisan ortasında yapılan açıklamalarla, beklenenden daha kısa bir zamanda, 24 Haziran 2018 tarihinde erken seçime gidilecek olması kısa vadeli belirsizlikleri bir miktar azalttığı gibi olası bir seçim belirsizliğinin de beklenenden daha kısa sürebileceğini işaret etmekte. Seçim öncesinde yayınlanacak anketler ve haber akışları nedeniyle zaman zaman kısa süreli de olsa piyasalarda oynaklık gözlenebilecek olsa da; bu sürecin beklenenden kısa sürecek olması da bardağın dolu tarafındakilere not edilebilir. Ayrıca, yakın dönemde yaşanan birçok gelişmenin fiyatlara önemli ölçüde girmiş olması da bir diğer olumlu nokta. Kısa vadeli öncelik mevcut portföy değerlerinin korunması olarak belirlenebilir. Bununla birlikte, yukarıda değinildiği gibi Borsa İstanbul’un orta-uzun vade açısından oldukça cazip seviyelerde bulunduğu göz önüne alarak; kısa vadeden ziyade orta-uzun vadeli perspektifle kademeli alım yoluyla temel görünümü güçlü olan hisselerin biriktirilmesi de bir strateji olarak takip edilebilir. Bu yönde izlenecek temel stratejilerde, hedeflenen kârdan daha önce katlanılabilecek azami zararı göz önünde bulundurarak, olası yatırım kararlarının bu minvalde belirlenmesi yerinde olacaktır. Ayrıca, kısa vadede gözlenebilecek yüksek oynaklık riski nedeniyle portföylerdeki mümkün olduğunca farklı enstrümanlara dağıtmak kadar; özellikle hisse senedi yatırımlarında tek bir seviyeden ve/veya panik kararlarla alım – satım yapılmasındansa, zamana ve kademelere yayılarak bir strateji izlemenin daha temkinli bir yaklaşım olacağı söylenebilir. Özellikle, şirketlerin beklenen kârlılıkları ile iktisadi faaliyetteki güçlü görünümün korunduğu göz önüne alındığında, çok kısa vadeli olarak gün içi ve/veya bugün alıp birkaç gün içinde satış yapma yaklaşımlardan ziyade daha orta – uzun vadeli stratejilerle hareket etmenin çok daha sağlıklı olacağını değerlendirmekteyiz. Yakın dönemde endeks, kur ve faiz tarafında oluşan baskı ile yatırımcı psikolojisi açısından yüksek seyreden stres ve risk fiyatlaması göz önüne alındığında; olası olumlu haber-veri akışları ile birlikte yurtiçi piyasalarda hızlı ve güçlü bir rahatlama görülmesi de oldukça kuvvetli bir olasılık olarak görünmekte. Özellikle TL’nin aşırı ucuz seviyelerde bulunması ile mevcut faiz seviyelerinin oluşturduğu yüksek reel getiri potansiyeli Türk Varlıklarının cazibesini güçlü bir şekilde korumasını sağlamakta.

REKLAM ALANI